top of page

Herkese biraz umut lazım...

Güncelleme tarihi: 19 Nis 2020

Genç bir arkadaşımızdı. Sanatçıydı.

Son derece entellektüel ve kültürlüydü.

Seyahatler konusunda konuşmaya başladık.

New York'ta yaşamak istiyordu.

Dünyadaki sanatın New York'tan yönetildiğini düşünüyordu ve ben de aynı fikirdeydim. .İlave olarak sadece sanat değildi New York'dan yönetilen. Finans, moda ve her şey oradan yönetilmekteydi.




Moda dendiğinde benim aklıma Milano gelir her zaman. Paris yada New York değil.

Milano'da ünlü markaların vitrini bir başka güzel görünür bana.

Moda bence renktir, desendir, kesimdir, yaratımdır çünkü.

Yaratıcılığımızı kullandığımız her şey önemlidir benim için.

Neyse uzatmayayım. Milano'da ünlü mağazaların vitrinlerine bakmaktan alamam kendimi.

Alışverişe gelince, seyahat benim için çok önemlidir. Bütçemi ise gezmek ve güzel restaurantlarda yemek yemek ve merkezi otellerde kalmak şeklinde kullanırım.

Alışverişe çok çok az bütçe ayırırım yurt dışında.

Milano'dan ve renklerden bahsetmek istedim sanatçı kızımıza.

"Orayı hiç sevmedim çok lükstü" dedi.

Birşey söylemek istemedim.

Küçük hanımefendi aslında benim o yaşımda gördüğümden çok çok daha fazla görmüş ve geçirmişti. Tabi şu anda ona göre daha rahat bir bütçeyle yaşadığım kesindi. Bununla birlikte bu kadar şehir ve ülke gezmiş kişinin çok daha şükran duygusuna sahip olmasını beklerdim doğrusu.

Ben yine de peşini bırakmadım, muhabbete devam etmek istedim.

"New York" dedim "çok severim. Manhattan adacığının krokisini çizebilirim sana".

Bana gettoları sordu. "Manhattan'da getto yok" dedim. "Getto varsa Queens ve Bronx'dadır".

"Ben" dedim, "Bronx'a sadece oradaki hayvanat bahçesi için gittim".

"Ben hayvanat bahçesine karşıyım" dedi.

"Hayvanların tutsak olduğu bir yere gitmem".

Büyük bir öfkeyle haykırmıştı.

"Ben de" dedim "normal şartlarda hayvanat bahçesine gitmem, yalnız çocuğun olduğunda her seyahatte onu da eğlendirecek bir şey bulman gerekiyor".


"Ben arka sokakları gezerim, sokaklardaki grafitilere bakarım. Müzelere gezerim" dedi.

"Ben" dedim, "sokakları, müzeleri gezerim ve güzel olan her yeri görmek isterim.

İnsanların arasındaki diyaloglara bakarım, yediklerine, giydiklerine, birbirine nasıl davrandıklarına" dedim.


"Müzelerdeki bazı resim ve heykelleri çok kalabalıktan ve yerleşim yerinden dolayı yeterli inceleyemiyorum ve çok bozuluyorum" dedi.

Dedim ki "resmi görebilecek bir yakınlığa gitsen, zaten resmin hikayesini muhakkak okumuşsundur. Hayal etsen nasıl yapıldığını. Resmin ruhunu hissetmeye çalışsan".


"Maalesef o olmuyor" dedi. "Ben bunun eğitimini aldığım için ne renk kullanmış, nasıl fırça darbesini vurmuş ona bakıyorum. O sizin gibi amatörler için geçerli olabilir bizim için geçerli değil. Ben direk buna odaklanırım".


Karşımda çok bilmiş bir genç bayan vardı.

Çok bilmiş diyordum çünkü bilgili ve kültürlüydü.

Ufak tefek bu genç bayandan fikrini beyan edeceği her durumda görünüşünün tersine öfke fışkırıyordu.

Ayrıca herşeyle ilgili olumsuz bir yargısı vardı.

Fikirleri değil onları ortaya koyuş biçimi beni rahatsız etmişti. Uzatmak da istemedim, "haklısın" dedim, bıraktım.


Nasıl bir yaşamı olacağını merak ettim.

Zannediyorum, zamanla o da değişecekti

Zamana ihtiyaç vardı.

Henüz sorumluluğu yoktu.

Belki içindeki öfkeyi resmetmeliydi.

Gettoları, içindeki yalnızlığı.

Gettolarda yaşayan ya da acı çeken insanları. Muhakkak harika yaratımları olurdu.

Hangi renkleri kullanırdı?

Siyah, gri, kahve, kahve kırmızı kullanabilir diye hayal ettim kendimce.

Bence bir parça güneş ışığı lazımdı resimlere, çünkü umut herkese lazımdı.

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page